9 Ocak 2010 Cumartesi

YARGI BAĞIMSIZLIĞI DERKEN ADALETİ BAĞLAMAYALIM


Başlıktanda anlaşılacağı gibi Türkiye'de (daha çok Solcu olduğunu ifade eden fakat aslında ulusalcı olan değerli! Zevat tarafından) sık sık gündeme getirilen yargı bağımsızlığı ve yargı üzerinde ki baskı kavramlarından söz edeceğiz.
''Hukuk devleti ilkesi ve güçler ayrılığı Anayasal DEMOKRASİNİN temelini oluşturur''şeklinde özetleyebileceğimiz genel kabul gören tanımlamadaki, güçler ayrılığı Kavramı ilk kez Montesquieu (1689-1755) tarafından ortaya atılmış ve halen geçerliliğini sürdürmektedir. ''Siyaset konusuna bir tarih filozofu olarak Yaklaşan Montesquieu, farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin, halkin karakterine, ekonomik koşullara ve iklime vs göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara YASALARIN RUHU adını vermiştir.''(-Ahmet CEVİZCİ Paradigma Felsefe Sözlüğü) Buna rağmen ben şunu iddaa ederim ki; en az yasaların ruhu kadar güçlü bir de ADALETİN RUHU vardır ki tüm ekonomi, iklim, karakter ve hatta Din ve İdeoloji farkına rağmen tüm insanları asgari müşterekte buluşturur ve ortak bir ADALET algısı sağlar.
Yukarıdaki açıklamayı konuya bağlamak için John Stuart Mill (1806-1873) den faydalanalım,''Anayasal demokrasi ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kıllanabilleceklerinin varsayılmasını şart koşar''üstadın bu tespitinin günümüze yansıması Anayasal Demokrasi Düşüncesinin temel hedefini şöyle tanımlar: iktidar karşısında birey haklarını garanti altına alma, koruma ve geliştirmektir ve yine bu nedenledirki Zayıf olan bireyin haklarını devlet karþýsýnda da korumalıdır.

Engizisyon kıyımını yaşamış bir Avrupada filizlenen ve tüm dünyaya yayılan güçler ayrılığı kavramının temelinde ne olduğunu anlamak zor değildir; Adalet ruhunun gereği kör tasvir edilen heykelin körlüğü ADALETİ dağıtabilmesi içindir. Adaleti dağıtabilmesi için tarafsız olması şarttır ve tarafsız olması içinde (güçler ayrılığı ilkesi gereği) bağımsız olması gerekir. Batıda bunlar olurken doğunun hakkını yemeyelim, ''Adalet mülkün temelidir'' veczi ile adaleti devletin varlığının devamı için şart koşmıştur İslam Medeniyeti. Bunlardan yola çıkarak Hukuk kavramının adaleti temsil etmesi şartı öne çıkmaktadır. Şayet hukunun bağımsızlığını isteyeceksek (ki hakkımızdır) ondan önce Hukukun tarafsızlığını yani ADALETİNİ istemeliyiz. Adil olmayan bir Hukukun bağımsızlığını isteyenler yada Hukukun bağımsızlığını isterken tarafsızlığından yani adaletinden yani özünden bahsetmeyenler EN BÜYÜK İKİ YÜZLÜLERDİR ve istedikleri bağımsızlığın arkasında aslında başka ideolojik saplantıları yatmaktadır. Klasik ekonomi kuramının mimarı ve Ekonominin babası kabul edilen Adam Smith (1723-1790) iktisadi analizini kısaca şöyle tanımlamış ''İnsanların ADALET KURALLARINI ihlal etmedikçe, çıkarlarına göre hareket etmekte, emek ve sermayelerini başkalarının emek ve sermayelerine rekabet ederek kullanmakta serbest olmalı.'' Ekonomi analizinde dahi, adaletten bahsetmiş Liberal Ekonominin kurucusu. Dillere pelesenk olmuş ve benim illet olduğum''özgürlüğümüzün sınırının başka birinin özgürlüğünü ihlal ettiğimiz .....'' bu tamamen yalandır. Özgürlüğün sınırıda tamamen adaletle yani onu sağlaması gereken hukuk ve yargı kavramlarıyla çizilir ve çizilmelidirde. YANLIZ DİKKAT YARGI (YADA HUKUK) adaleti temsil etmelidir. Ancak o zaman demokratik hukuk devleti veya Hukukun egemen olduğu bir çizgide Yürüyen demokrasi den söz edebiliriz.
Bu konuya daha sonra farklı şekillerde değineceğimden şimdilik bu kadar yeter, ileride konuyu daha detaylı ele alacağız. SEVGİLER.

2 yorum:

  1. Öncelikle blog dünyasına hoş geldin. Değerli görüşlerini kaleme alacağın yazılarını merakla beklemekteydim. Yazılarının daha çok ekopolitik eksende olacağı düşüncesini hala yaşatmaktayım. İlk yazını vurucu bir konu üzerine kaleme almışsın. Konu bütünlüğü ve "adalet"e vurgu açısından taktire şayan bir iş. Ancak yazını Liberal ekonominin kurucusuna atıfta bulunarak meşrulaştırmak isteyişin bence adaletin özüne ters. Adalet algısını ve anlayışını liberal zihniyet üzerine oturtmamızın en adil olacağını da nerden çıkarıyorsun?

    Senin de iyi bildiğin gibi demokrasilerde güçler ayrılığı ilkesi esastır. Yasa koyucu (meclis) yasaları çıkarır, yasa yürütücüsü(hükümet) yasalar çerçevesinde hükümet eder ve yargı yapılanları yasalara uygunluğu açısından denetler ve yargılar. Yargının bağımsızlığı dillere pelesenk olunca içinin boşalması kaçınılmaz oldu. Bir de şu açıdan bakmakta fayda görüyorum. Güçlerin ayrı olduğu aslında sadece bir görüngü değil midir? Hükümet eden çoğu zaman bu üç güce de sahip değil midir? Sen istediğin yasayı hüküm edeceğin temele uygun çıkardıktan sonra, seni yargılayacak olanın bağımsızlığının ne önemi var ki? Ha dersen ki yasalar sadece domestik ihtiyaçlara uygunluk açısından değil, evrensel hukuk anlayışı ruhuna da uygun olmalıdır o zaman bu tartışılır. Tekrar hoşgeldin

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Nik değerli yorumun için teşekkür ederim. Konunun esası şudur ki güçler ayrılığı zaten hükümet edenin 3 güce de sahip olmaması için düşünülmüştür. yani yaptığın sentez yanlış, çünkü bu sentez zaten güçlere ayrı değilken yapıldı ve güçler ayrılığı doğdu. Ayrıca şuda var ki hüküm edebilmek için belirli aralıklarla seçim kazanmak gerekir. Bunların dışında evrensel hukuk anlayışı ruhu esastır ve zaten domestik ihtiyaçlar için yapılan yasa zaten adil olmaz, unutma ki yazıda esas fikir adalet, bundan dolayı yapılan yasa da adil olmalı

    YanıtlaSil